MEHMET
CENGİZ TÜMER 4475
YOLBOYU
/ SUSUZ / KARS
28
EYLÜL 1983 - 27 HAZİRAN 1987
Gecenin
02' sinde
Yozgat Akdağmadeni yakınlarında bir dinlenme tesisinde oturmuş çayımızı
bekliyoruz gözlerimiz uykulu bedenimiz yorgun. Dört günlük eşimden, annemden,
kardeşlerimden, eşimin yakınlarından gözyaşlarını geride bırakarak ayrılalı 13
saat olmuş. İki valiz bir denkle saat 13.30 da Serhat Kars otobüsüne binmiş,
Ankara'ya gelmeden stres ve ayrılık acısı yüzünden rahatsızlanmış, bir elma
dışında bir şey yemeden babamla birlikte Kars'a doğru mecburi yolculuğumuza
devam ediyoruz. Akdağmadeni batı kültürünün doğu kültürüne geçiş yaptığı nokta.
Artık çayın yanında bildiğimiz kesme şekeri değil tebeşir boyutunda, kendine
özgü makasla küçük parçalara ayrılmış kıtlama şekeri getiriliyor tas içinde.
Çay
ve ihtiyaç molasından sonra yola devam. Eski model, inleyerek giden
otobüsümüzde yoğun bir sigara dumanı yanında her türlü koku mevcut. Şoförümüzün
teybinde kısık sesle Murat ÇOBANOĞLU kaseti çalıyor. Artık müzik te değişti,
Kars bölgesine ait aşık kasetlerini dinliyoruz. Uyuya uyana Sivas Kızıldağ
geçidini ve Sakaltutan geçidini geçiyoruz. Sabahın erken saatlerinde
Erzurum'dayız. Henüz Eylül ayının sonları olmasına rağmen Erzurum'da kar ve buz
var. Garajın kafeteryasında sabah kahvaltımızı yapıyoruz, bir gün öncesine göre
biraz daha iyiyim. Yeni yolcularımızı da alıp yola devam ediyoruz, Horasan,
Pasinler, Çobandede Köprüsü, Karakurt ( Iğdır yol ayrımı ), Sarıkamış, Selim
derken akşamüzeri saatlerinde Kars'a varıyoruz. Kalenin eteğinde ufacık bir köy
garajı. Valizlerimizi ve dengimizi alıp garajın hemen çıkışındaki Yılmaz Otele
yerleşiyoruz. Bugün artık mesai bitiyor, Sağlık Müdürlüğündeki işlemleri yarına
bırakıyoruz.. Garajın çevresini şöyle bir dolaşıp akşam yemeği için bir yer
arıyoruz. Akşam yemeğini yiyip, hava kararınca doğru otele. 36 saat süren yol
yorgunluğu ağır basıyor.
Sabah
Sağlık Müdürlüğüne gittiğimizde bizim gibi son kura çekiminde Kars'ı çeken
arkadaşlarımızla karşılaşıyoruz. Sağlık Müdürlüğü yeni atamalar nedeniyle
oldukça kalabalık. Göksel Pala ile karşılaşıyorum. O da benim gibi Susuz'a
bağlı bir köy Ortalar sağlık ocağını
çekmiş, Aykan ÇELİKEL de burada, O da Göle'nin bir köy sağlık ocağı. Orhan'la (
Galiba Orhan CAN'dı) karşılaşıyoruz; alı al moru mor bir şekilde. O bizden
birkaç gün önce gelmiş işlemlerini yaptırmış Iğdır'ın Sıçanlı Köyü Sağlık
Ocağına gitmiş. Köyde su yok, elektrik yok, sağlık ocağının lojmanı virane,
köye ulaşım sadece bir traktörle sağlanıyormuş. Gittiğini ertesi günü traktörle
anayola inip istifa etmek için Kars'a gelmiş. Güç bela bir çözüm
bulunabileceğine ikna edip istifadan vazgeçiriyoruz. Kalabalık nedeniyle bizim
de işlemlerimiz akşamüzerine sarkıyor, saat üç gibi Susuz Kaymakamlığına
yazılmış içinde işe başlama yazım olan sarı zarfı alıp Sağlık müdürlüğünden
ayrılıyoruz.
Eşyalarımızı
otelde bırakıp otelin yakınlarında bir yerden kalkan Susuz minibüsünü
buluyoruz.Ford minibüsün şoför mahalline üç kişi sığışıyoruz, vites kolu benim
iki bacağımın arasında. Düz bir ova yolunda ( daha doğrusu yayla ) 28 km yolumuz var. Kars çayı
üzerinde bir köprüyü geçip dik bir rampadan aşağı sallanıyoruz. Burası Mezra
köyünün yakınında Arpaçay / Susuz / Göle / Kars ayrımının olduğu dört yol ağzı.
Susuz'a doğru devam ediyoruz. Hafif rampalarla kavak ağaçları ile yemyeşil olan
vadiye iniyoruz. İlçeye girişin sağında Kazım Karabekir Öğretmen Lisesi ( eski
Cılavuz Köy Enstitüsü ) solda Petrol Ofisi, Liseyi geçince Kaymakamlık binası.
Doğru
Kaymakam Beyin makamına çıkıyoruz. Kaymakam Mehmet Ali Bey bizi sıcak bir
şekilde karşılıyor. Özel Kalemine benim getirdiğim sarı zarfı verip işlemleri
başlatıyor. Susuz merkez sağlık ocağında doktor olmadığı ve benim Yolboyu köyü
sağlık ocağı ve lojmanları da tadilatta olduğu için merkeze doktor gelene ve
benim sağlık ocağımın onarımı bitene kadar Susuz merkezde çalışacağım. Kaymakam
Bey bu saatten sonra Kars'a araba bulamayacağımızı söyleyip Yatılı Öğretmen
Lisesinin müdürünü arıyor ve bizim için misafirhaneyi ayarlıyor, daha sonra da
sağlık ocağını arayıp sağlık ocağının cipini çağırıyor. Telefonlar manyetolu,
ahizeyi kaldırıyorsunuz kolu çeviriyorsunuz önce postanenin santrali
bağlanıyor, santral memuruna konuşmak istediğiniz yeri söylüyorsunuz o da sizi
ilgili kişiye bağlıyor. Bu arada saçaklı çayımızı da içmiş bulunuyoruz. (
süzgeç kullanmadıkları için çay saçaklı oluyor ) Sağlık ocağının şoförü ve cipi
gelmiş. Şoför Müvdet'le tanışıyoruz. Sonrasında iyi dost olacağımız, ufak tefek
efendi birisi. Jipe binip 2,5
km aşağıda, dere kenarında, kavak ve söğüt ağaçları
altındaki sağlık ocağına varıyoruz. Şoför Müvdet'in anlattığına göre çok sert
kış olan yıllarda bu yol kapanır ve tünel kazarak giderlermiş. Her taraf sakin,
sessiz havada sadece karga sesleri var. Sağlık memuru Mevlüt Bey, müstahdem
Ekrem, Hatice Hemşire, ismini şu an hatırlayamadığım Çanakkaleli bir hemşire
hanım, tanışıp hemen bir hatıra fotoğrafı çektiriyoruz. Meslekte ilk görev
yerim, ilk çalışma arkadaşlarım.
Bir
çay içimi sohbet edip Müvdet'in cipiyle Öğretmen Lisesine, Müdür Hamit Beyle
tanışmaya ve kalacağımız yeri görmeye gidiyoruz. Müvdet bizi müdür beyle
tanıştırıp, yarın sabah eşyalarımızı otelden almak için Kars'a gitmek üzere
randevulaşıp ayrılıyor. Hamit Bey, benim kişisel gelişimimi ileriki yıllarda da
etkileyecek, bu okuldan ( Cılavuz Köy Enstitüsü iken ) mezun olmuş, ilerleyen
yıllar içinde dönüp dolaşıp mezun olduğu okula yönetici olmuş babacan birisi.
Belletmen öğretmenlerden birini çağırıyor ve bize kalacağımız yeri göstermesini
rica ediyor. Akşam yemeğini de Hamit Bey'le beraber öğrencilerle birlikte
okulun yemekhanesinde yiyeceğiz.
Köy
Enstitüsü iken atların bağlandığı bir tavla olan daha sonra yemekhaneye
çevrilmiş Ruslardan kalma uzun ve geniş taş binada, uzun tahta masalarda yemek
duasının ardından hep birlikte kapuskaya kaşık sallıyoruz. Yemek sonrası
Yemekhanenin hemen yanındaki taş ve ahşaptan oluşan iki katlı binaya geçiyoruz.
Alt kat okulun çamaşırhanesi. (
daha sonraki günlerde misafirhanede banyo ve tuvalet olmadığı için öğretmen
arkadaşlarımızın lojmanlarındaki tuvalet banyolarda yıkanmak için burada
kazanla sıcak su alacağız. ) Gıcırdayan ahşap merdivenlerde üst kata çıkıyoruz,
gıcırdayan, mazotla silinmiş ahşap zemine yerleştirilmiş 5 - 6 adet okey ya da
kağıt oynamak için yeşil çuhalı tahta masa ve sandalyeler, duvar kenarına dizilmiş
tahta sandalyeler, yüksek ve derin pencerelerde rengi kaçmış, soğuk floresan
ışığı ile de gri gözüken şal desenli perdeler, bir köşede küçük bir çay ocağı.
Gerçeküstü, eski Türk filmlerinden fırlamış bir setteyim sanki. Kelimelerle
anlatamayacağım duyguları halen aynı sıcaklığı ile yaşıyorum. Biz çayımızı
yudumlarken şehir kulübü diyebileceğiz mekanın müdavimleri gelmeye başlıyor.
Önce öğretmenler, sonra mal müdürü, Tonyalı bir savcı, hakim beyler, Eşraftan
Petrol Ofisini işleten Resa Bey ( Susuz halkından sadece Resa Bey girebiliyor ),
Veteriner Necdet Bey ve Kaymakam Bey. Masalar kuruluyor, taşlar dağıtılıyor, ve
Susuz gecelerinin tek eğlence mekanı taş sesleri ile çınlıyor.
Saat
onbire doğru herkes dağılırken biz de, bize tahsis edilen misafirhanemize
gidiyoruz. Yüksek tavanlı, dar uzun , içinde iki tane tek kişilik karyola, bir
masa, masanın üzerinde içinde su olan çeşmeli plastik bidon ve çeşmenin altında
kirli suyu toplamaya yarayan mavi bir leğen. Günün yorgunluğu ve
yaşadıklarımızın inanılmazlığı ile derin bir uykuya dalıyoruz. Öyle ki daha
sonra dost olacağımız ama elim bir kaza sonucu leğende boğulan fındık faresini
tıkırtılarını bile duymuyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder