1 Temmuz 2014 Salı

YAYLA SAVAŞLARI

YAYLA SAVAŞLARI

Dönelim biz yine köyümüze.. Aydan'la birlikte köy yaşamına ayak uydurmaya çalışıyoruz. Ben orta okulda İngilizce derslerine girmeye devam ediyorum, sağlık ocağında gelirse iki üç hasta onları muayene edip reçete yazıyorum. Geri kalan zaman benim için personelimle ve öğretmen arkadaşlarla sohbetle geçiyor. Ara ara arka komşum İsa Dayı ile birlikte arı kovanlarını kontrol ediyoruz. Artık yaz geliyor kovanların bakımının yapılması gerekiyor, kraliçe arı ne durumda, yeni yumurtalar var mı? Yavaş yavaş arıcılığı da öğreniyorum. Örneğin arılarının girip çıktığı kovan deliğinin önünde durmazsan arılar sana ilişmiyor.

Aydan komşu kızlarla arkadaş oldu. Özellikle Fatma ile. Fatma her gün su taşıyor, yemek yapıyor, ayran aşı yapmak için evinin önünden madımak topluyor, haftada bir gün tandırı yakıp ekmek pişiriyor. Aydan da onunla sohbet ediyor, arkadaşlık ediyor. Sekreterim Miraç'ın eşi Aydan'a destek oluyor. Kısacası günler geçip gidiyor. Bakaya davamızda sonuçlanıp Ağustos celbinde askere girmemiz kesinleşince artık gün sayıyoruz.

Haziran sonu ya da temmuz başıydı sanırım. Yine olağan bir günün akşamında uykuya çekilmiştik. Gecenin bir yarısı gürültülere uyandık. Bütün köy feryat figan bağrışıyor, traktörler, kamyonetler çalışıyor, köpekler hiç susmadan havlıyor ve araya bir iki el silah sesi karışıyor. Bir yandan gecenin karanlığında pencereden dışarıya bakıp ne olduğunu anlamaya çalışıyorum, bir yandan da kapıya dayanacak yaralılarla nasıl başa çıkacağımı düşünüyorum.

Bir ihtimal aşağı mahalle ile yukarı mahalle kapıştı diye düşünüyorum. Öğrendiğim kadarıyla bir kaç yıl önce bir husumetten dolayı yukarı mahalleden birileri aşağı mahallede oturanların arı kovanlarına zehirli ilaç sıkmış ve arılarını telef etmiş. Ayrıca Kars çayı boyunca her aile için bir iki dönüm su altı verimli arazi pay edilmiş. Ama köylü aralarındaki anlaşmazlık ya da çekememezlik nedeniyle bu verimli toprakları ekemez ve Yusueli'nden gelenlere sezonluk kiraya verirlerdi. Yusufeli'li çalışkan insanlarda bu verimli topraklarda bostan işler ve sezon sonunda bire yüz kazanıp giderlerdi. Tüm bu olayları bilince aklıma gelen ilk ihtimal yine aşağı mahalle yukarı mahalle kavgası olmuştu.

Ben bir yandan eşimi sakinleştirip bir yandan karanlıkta ne olduğunu anlamaya çalışırken ortalık yavaş yavaş sakinledi. Traktörlerin motor sesleri uzaklaştı. Sağlık Ocağının kapısını da çalan olmadı. Ne olup bittiğini öğrenmeyi ertesi güne bırakıp tekrar yataklarımıza ve uykumuza döndük.

Sabah kahvaltıda bir iki lokma atıştırıp gece ne olup bittiğini öğrenmek için okula, öğretmen arkadaşların yanına gidiyorum. Orta okuldaki branş öğretmenleri dışarıdan tayinle gelenler ama ilkokul öğretmeni arkadaşlar buralı. Öğreniyorum ki dün gece komşu Poşozaim ( Harmanlı ) köyü bizim köyün yaylasını basmış, yayla da kalan kadın ve çocukları silahla tehdit edip koyunlarına, hayvanlarına el koymuşlar, bunu duyan köydeki erkekler ve köyde kalan insanlar silahlanıp yaylaya gitmişler. Çıkan çatışmada iki yaralı varmış. Jandarma olaya el koymuş, birkaç kişiyi gözaltına almış.
İki köy arasındaki yayla anlaşmazlığı uzun yıllardır varmış, Mahkeme yıllardır sonuçlanmadan devam ediyormuş, 12 Eylül sonrası bir olay çıkmamış ama işte bu yıl anlaşmazlık yine patlak vermişti, hem de iki kişinin yaralanmasıyla sonuçlanmıştı.

15 - 20 gün sonra muhtarımız Aslan ŞAYIR sağlık ocağına uğrayıp pazar günü yaylada barış görüşmelerinin yapılacağını ve benim de akil adam olarak heyette bulunmamı istedi. Pazar günü Aydan'ı Fatmalara bırakıp Muhtar Aslan, her iki okulun müdürü, yukarı caminin imamı steyşın reno'ya doluştuk. Bozuk yayla yolunda yarım sat kadar offroad yaparak yaylaya ulaştık. Kaymakam Bey, İlçe Jandarma komutanı, İlçe Savcısı ve hakimi, karşı köyün muhtarı ve heyeti oradaydı.

Kaymakam Bey, Savcı ( bu bölgede en bilinen, en sayılan ve en korkulan devlet görevlisi. Zaman zaman kaymakam Beyle yaptığımız köy gezilerinde adamlar doktor olduğumu bilmeme rağmen - Hoş geldiniz Savcı Bey diye karşılıyorlardı ) her iki köyün muhtarları ile konuşurken ben yaylayı geziyordum. Yayla dedikleri benim için tam bir hayal kırıklığı idi. Ben yayla deyince hayalimde hep Heidi ile Peter'in koşup yuvarlandığı yaylalar canlanırdı. Burası ise kayalık, el büyüklüğünde taşlarla kaplı, doğru dürüst otun, çayırın olmadığı üç beş tane yığma taştan barakanın olduğu geniş bir düzlük. İnsanlar bunun için mi savaşmıştı. Bir türlü kafam basmadı.

Öğle güneşi tepeye çıkıp ortalık iyice kızışınca heyet anlaştı sonunda. El sıkışıp barıştılar, şikayetçi olanlar şikayetlerinden vazgeçti. Bir bardak soğuk ayran içip steyşın reno'muza doluşup zorlu bir offroad'dan sonra köyümüze vardık. Yol boyunca muhtar davanın bu kadar uzun sürmesinden şikayetlenip durdu. Varılan anlaşmadan memnun kalmasa da mecburen kabul etmişti.

Neyse ki ben Ağustos ta askerlik için ayrılana kadar bir daha yayla kavgası çıkmadı. Ama iki köy arasında devletinde taraf olduğu bir anlaşmazlıkta akil adam olarak köy heyetinde yerimi almıştım.


23 Haziran 2014 Pazartesi

KADERİMİZ ÇİZİLİYOR

KADERİMİZ ÇİZİLİYOR

Yaklaşık  onbeş dakikadır Hasan Çalış'la karşılıklı yüksek tavanlı, taş duvarlı geniş makam odasında Atatürk'ün mareşal üniformalı büyük boy fotoğrafı ve onun  yanında Türk Bayrağımız ve Birlik Sancağının önündeki gösterişli makam masasının önünde deri koltuklarda sessiz ve düşünceli oturuyoruz. Oysa sabah ne umutlarla gelmiştik. Sarıkamış Askeri Hastanesinin Baştabibi Psikiatrist Albay'ın emir subayının odasında sessizce otururken ceviz ağacından geniş kapı açılıp ta Tabip Albay emir subayına " - Doktor hiç kapıda bekletilir mi ? " diye fırça atınca umutlarımız nasıl da artmıştı. Ve biz safdillikle ya da psikiatrist olmasının avantajıyla dileğimizi safiyane söyleyiverdik. İkimiz de yeni mezun olmuştuk, Nisan ayına ve Mayıs ayına düğün hazırlıklarımızı yapmıştık, eşlerimizi alıp gelecektik, TUS'a hazırlanacaktık ama askerliğimiz tecil edilmemişti, sağlık nedeniyle bir yıllık erteleme istiyorduk alt tarafı. Tabip Albay bizi babacan tavırlarla dinlemiş ama son sözü " - Ben bugüne kadar kimseye böyle rapor vermedim ama sizin için bir ayrıcalık yapacağım, ikinizden birine bu raporu vereceğim. Kimiz raporu alacağına siz karar verin " diyerek bizi Hasan'la baş başa bırakmıştı.
* * *
Deprem bölgesinden döndükten on beş yirmi gün sonra sağlık ocağımdaki tadilat bitmişti. Susuz Merkez Sağlık Ocağının kadrolu hekimi Dr. Kenan BİLEK te gelip göreve başlayınca bana köy yolu görünmüştü. Deprem bölgesine gitmeden kaymakamlık aracılığı ile toplu olarak kışlık meşe odunu ve Cizre kömürü için para yatırmıştık. Ben Karaurgan'da iken odun ve kömürüm gelmiş köydeki sağlık ocağının garajına indirmişlerdi. Gelgelelim ben yanlarında olmadığım için yaklaşık 75 - 80 cm çapında meşe tomrukları bana düşmüştü. Ben hayatında çıra yarmamış biri olarak bu tomrukları (!) nasıl parçalayıp sobada yakacaktım. Neyse ki imdadıma Müvdet yetişti. İlçe de Ayıboğan lakabıyla tanınan Göle'li bir oduncu varmış, onu bulduk ve ücreti karşılığı o koca tomrukları el kadar parçalara böldürdük. Ayıboğan gerçekten işinin ehliydi. Önce tomruğu gözüyle süzüyor sonra baltayı tam damarına vuruyordu ve koca tomruk ikiye ya da üçe ayrılıyordu. Bir günde bir ton meşe odununu parçaladı ayıboğan . Artık kışa hazırdım. Kasım ayının sonlarına doğru artık köyümdeydim. Yolboyundan başka, Porsuklu, Akçakale ve Akçalar köyü de bana bağlıydı. Şanslıydım, üç köyümde de ebe vardı ve köyler ulaşımı kolay yerdeydi. Sadece Akçalar'a yazın gidemiyorduk çünkü Kars çayını geçecek köprü yoktu, kışın Kars çayı buz tutunca ciple üzerinden geçebiliyorduk.

Sağlık Ocağımda Çıldırlı bir tıbbi sekreter Miraç KARAGÖZ ( oğlumun isminin Miraç  olmasının bir nedeni ), Ordu Perşembe'den yeni mezun kara kuru sessiz sakin ve  her daim hüzünlü Fatma Hemşire, Burdur Tefenni'den bütün hayali bir kamyon alıp uzun yol şoförü olmak isteyen Sağlık Memuru Yılmaz, aynı köyden kocası kamyoncu ve uzun yol şoförü olan Gönül Ebe ve yine aynı köyden köylünün DOKTOR diye çağırdığı müstahdemim vardı. Onun da tek hayali İzmit'e ya da Bursa'ya göçmekti. ( Sonunda neyi var neyi yok sattı ve İzmit'e göçtü. ) Tüm köylerim etnik açıdan karma köylerdi. Kürt, Azeri, Terekeme, Yerli halktan oluşuyordu. Sadece Porsuklu köyünde farklı olarak bir kaç Malagan aile vardı. Köyüm Kars çayının kıyısında yaklaşık iki buçuk kilometre boyunca çaya paralel uzanan Çıldır kara yolunun iki yanında ismi gibi yol boyunca uzanan bir köydü. Sağlık Ocağı, İlkokul ve orta okulun olduğu meydan köyü tam ortadan ikiye bölüyordu. Köy hayatına beklediğimden hızlı alışmıştım ama zor olan suyun ve ekmeğin olmamasıydı. Köyde yedi çeşme vardı, ahali suyunu oradan çıngırlarla ( kovalarla ) taşıyordu. Ama çeşme başında sırada bekleyenler ve su taşıyanlar hep kadınlardı. Sağlık ocağımız personeli hemen o sorunu da çözdü. Ortaokul öğrencilerinden iki kardeşi ayarladılar, ben de 25 litrelik iki bidon aldım, sabah boş bidonları kapıya bırakıyordu onlar doldurup getiriyorlardı tabii cüzi bir ücret karşılığında. Herkes ekmeğini kendi yaptığı için ( tandır ekmeği, lavaş ya da yufka ) köydeki tek bakkal Cibo Dayı da ekmekte satılmıyordu. Mecburen hafta sonu Kars'tan bir haftalık ekmek ihtiyacımızı alıyorduk. Parasıyla yoğurt yumurta istiyordum alamıyordum. Gerçi bu durum köylü beni tanıyınca, bir de Orta okulda Kaymakam Beyin ricası üzerine İngilizce öğretmenliğine başlayınca değişti. Artık süt ve yoğurdu koyacak yer bulamıyordum. Hafta sonları da ya Kars'a iniyordum, ya Susuz'a Öğretmen okuluna gidiyordum ya da köydeki öğretmen arkadaşlarla Cemil'in kahvesinde okey oynuyorduk.

Öyle ya da böyle yeni hayatımı oturtmuşken, kendimi nisan ya da mayıs ayında yapacağım düğüne, eşimi buraya getirmenin planlarına ve ekim de yapılacak Uzmanlık Sınavlarına odaklanmışken tüm planlarımızı bozan haber geldi. Askerliğimiz tecil edilmemişti ve Nisan celbinde askere gidecektik.

Hasan da benimle aynı durumdaydı. Ne yapacağımızı düşünürken ilçe jandarma komutanı başçavuş bize Kars'taki Askerlik Şubesi başkanına yönlendirdi. Hasan'la birlikte Askerlik Şubesi Başkanı Üsteğmenin yanına çıktık. Durumumuzu anlatıp yardım istedik. Bize Mart'ın son haftası askerlik şubesine gelmemizi, bir dilekçe yazıp sağlık nedeniyle bir yıl tecil istememizi, kendisini de bizi Sarıkamış askeri hastanesine sevk edeceğini söyledi. Yanından mutlu ve umutlu ayrıldık, sorunumuzun çözüleceğine dair ümidimiz artmıştı.

Üsteğmenin dediği gibi Mart ayının son haftasında Hasan'la birlikte üsteğmenin yanına gittik. O da dediği gibi sevk evraklarını hazırlayıp bizi Sarıkamış Askeri Hastanesine gönderdi. Ertesi sabah erkenden Sarıkamış Asker Hastanesi'ndeydik. Nizamiye de geliş nedenimizi anlatınca bizi doğru baştabibin makamına getirip emir subayına teslim ettiler.

...Ve biz on beş dakikadır Hasan'la karşılıklı düşünceli bir şekilde oturuyoruz. Birimizin rapor alması tamam da diğerimiz ne olacak. O soruya da Baştabip Albayın gönderdiği Genel Cerrah Yüzbaşı çözüm buldu. Birimiz raporu alacak, Susuza dönünce diğerine 10 günlük rapor verecek ve bakaya kalacak. Bakaya mahkemesinin sonuçlanması da hemen hemen bir yılı bulacağı için diğerimiz için de sorun çözülmüş olacaktı. Raporu Hasan'ın almasına karar verdik ve konuştuğumuz gibi Susuza dönünce Hasan da bana rapor verdi.

Ve İzmir'i arayıp alelacele düğün hazırlıklarına başlamalarını söyledim. 9 Nisan da İzmir'e döndüm ve 12 Nisan da düğünümüzü yaptık ve 20 nisan gibi bu kez Aydan'la birlikte köye döndük. Ben tüm bu işlerle  uğraşırken aniden ortadan kaybolmam ve Aydan'la birlikte köye dönmem köyün çalkalanmasına neden oldu. Dolaşan söylentiye göre ben İzmir'e gidip kız kaçırmıştım. Oralarda kız kaçırmak şanlı bir iş olduğu için köy içinde benim de saygınlığım artmıştı.


Ama askerlik beklentimiz beklediğimiz gibi olmadı. Hep yavaş işlediğinden yakındığımız Adalet benim için hızlı işledi ve iki ay içinde askeri mahkemeden takipsizlik ve " Kovuşturmaya gerek yoktur " kararı geldi. Bir sonraki celpte askerlik yolu görünmüştü. o yılki ve bir sonraki yıl da asker olduğum için bir sonraki uzmanlık sınavına katılamadım. Rapor alıp askerliğini tecil ettirdiğimiz arkadaşım Hasan Erzurum Tıp Fakültesi Genel Cerrahi bölümünü kazanıp mecburi hizmeti bitince ihtisasa başladı.

12 Haziran 2014 Perşembe

ERZURUM KARS DEPREMİ

KARS - ERZURUM DEPREMİ
30 Ekim 1983 - 4 Kasım 1983

Susuz'da göreve başlayalı neredeyse bir ay oldu. Yavaş yavaş alışıyorum. Personelimle ve mülki erkanla ilişkilerim iyi gidiyor. Erzurum Tıp fakültesinden mezun Konya'lı bir meslektaşım da yaklaşık bir hafta önce göreve başladı. Dr. Hasan ÇALIŞ ( Geçen dönem MHP den Karaman Milletvekiliydi. Yıllar sonra ortak bir arkadaşımız vasıtasıyla tekrar bağlantı kurduk. Halen Ankara'da Genel Cerrah olarak çalışıyor ) O da Susuz Kırkpınar Köyü Sağlık Ocağına atanmış ama Sağlık Ocağının şartlarının kötü olması nedeniyle Kaymakam Bey tarafından Susuz Merkeze çekilmiş. İyi, uyumlu bir arkadaş.

Bugün misafirhanemdeki yatağımda uzanırken geçmiş bir ayında muhasebesini yapıyorum. Dün bazı işlemler ve malzeme almak için Kars'a Sağlık Müdürlüğüne gitmiştim. Öğle yemeğini de Kars'taki lokantaların birinde Gulaşa benzer bir et yemeği yemiştim, sanırım keçi etiydi ve beni bozdu. Dün akşamdan bu yana karın ağrısı ve ishalim devam ediyor. Öğle tatilinde misafirhaneye geldim, uzanıyorum.

Saat üç gibi kapım çalındı, okulun bekçisi karşımda duruyordu. Kaymakam Beyin beni beklediğini söyledi. Üzerimi değişip Kaymakamlık binasına yürüyorum, biraz dinlenmek iyi gelmiş, kendimi daha iyi hissediyordum. Kaymakam Bey önce geçmiş olsun dileğinde bulundu ardından da Valilikten Deprem bölgesinde ikinci ekip olarak görevlendirdiğime dair yazı geldiğini söyledi. Rahatsız olduğumu bildiği için istersem gitmeyebileceğimi, kendisinin bir yazıyla ya da telefonla durumu Sağlık Müdürlüğüne bildirebileceğini ifade etti. Serde idealistlik var ya, giderim Kaymakam Bey dedim. Kaymakam Bey daha önceki deneyimlerine dayanarak yanıma öğretmen okulundan altı battaniye almamı, birkaç paket Etimek türü kuru gıda almamı öğütledi.  Kaymakamlıktan ayrılıp, şoförüm Müvdeti çağırdım, bir yandan da hazırlıklara başladım.

30 Ekim ,Pazar günü deprem olmuştu. Ben hissetmediğim için önemsememiştim. Salı günü de müdürlükte kimse bir şey söylememişti. Oysa 7.1 büyüklüğünde Erzurum ve çevresinde özellikle Narman ilçesinde büyük hasar oluşmuş, 1400 ölmüş, 600 e yakın yaralı 30 bini aşkın hayvan telef olmuş. Tabii ki ben bunları sonradan öğreniyorum. Haberleşme imkanı da olmadığı için İzmir'deki yakınlarım meraktan ölmüşler.  Kars Valiliği de Sarıkamış'ın nahiyesi olan ve depremden etkilenen Karaurgan'a sağlık ekibi göndermiş, ikinci ekipte bana da görev düşmüştü.

Müvdetle hazırlıklarımızı tamamladık saat dört gibi yola çıktık. Hava kararmak üzereydi artık. Önce Valiliğe kriz merkezine uğradık sonra Sarıkamış'a doğru yola çıktık. Sarıkamış'tan sonra orman içi yola girdik. Hava iyice kararmıştı. Ormanın karanlığında bozuk şose yolda sarsıla sarsıla yol alıyorduk. Müvdet te bir yandan bu ormanlarda ayıların yaşadığını, zaman zaman yola indiklerini anlatıyor. Yolun ne kadar sürdüğünü hatırlamıyorum, geç bir vakitte Karaurgana vardık. Sağlık merkezini kriz masası yapmışlar, ilaçlar, aşılar, serumlar bir yana istiflenmiş, bir yanda da peynir tenekeleri ve erzaklar var. Geç olduğu için yatmaya karar verdik, görev dağılımını sabah yapacağız. Sağlık Merkezinin binasında ebeler ve hemşireler kalıyor, biz Müvdetle cipimize yöneldik, birkaç dilim etimek yiyip, üç battaniyeyi altımıza üç battaniyeyi üstümüze serip uykuya geçtik. Gece birkaç kez artçı sarsıntılarla, daha doğrusu artçı sallantılardan dolayı bağrış çığrış bina dışına kaçan hemşire ve ebelerin sesine uyandık.

Sabah kalktığımız da cipin tentesi üzerinde üç parmak buz vardı. Bir bardak çay birkaç dilim etmekle kahvaltı yaptık. Peynir yoktu, çünkü sağlık müdürlüğünün gönderdiği peynirler bozuk çıkmış ve dereye dökülmüştü. Kahvaltı sonrası başta Altunbulak köyü olmak üzere toplam beş köyü bana verdiler. İki ebe alıp Müvdetle birlikte yola düştük. Aşılama ve hasta olanlara depo penisilin yapacağız. ( Şimdilerde hastane ortamında bile Penisilin yapmaya korkan meslektaşlarımı düşününce ne kadar cesur ve gözü kara olduğumuzu irkilerek hatırlıyorum.)

Gittiğimiz köylerde can kaybı yok. Sadece taş ve çamurdan yığma evler yıkılmış, hayvanlar altında kalıp telef olmuş, köylünün kışlık un bulgur gibi erzakı göçük altında kalmış. Köylüye bakın kar kış geliyor hiç olmazsa şu kışlık erzakınızı güvenli bir yere alın ıslanıp heder olmasın diyoruz ama köylü askerin gelip kaldırmasını, memurların da tutanak tutmasını bekliyorlar.

Altunbulakta anlatılan bir anekdotuda hatırladım bu noktada. Depremden bir gün önce köye yeni bir öğretmen geliyor, arkasından deprem oluyor ve korkan öğretmen valizini dengini bırakıp geri Narman'a kaçıyor.

Narman ve benim görevlendirildiğim coğrafya ilgimi çekiyor. Kızıl kayalardan oluşan, Kapadokya örneği peri bacalarının olduğu Amerika'daki Grand Kanyon gibi bir vadi. Buraya daha sonra da gelmeli diye düşünüyorum ama halen bu düşüncemi gerçekleştiremedim.

Üç gün süreyle deprem bölgesinde çalıştık. Cuma günü akşam üzerine doğru Kars'tan yeni ekip geldi, biz geri döneceğiz. Yeni ekibin içinde Hacettepe Tıp Fakültesinin 1983 dönem birincisi Nurol ARIK ta var. Yıllar sonra Nurol Hocayla Nefroloji ve Diyaliz camiasında yollarımız kesişti. Ama o günleri anmaya hiç fırsatımız olmadı.

Yine gecenin ve ormanın karanlığında Karaurga Sarıkamış yolunu aşıp gecenin çok ilerleyen saatlerinde Susuz'a vardık. Eşimle yaptığım olağan telefon görüşmesinde onlara sağlığımla ilgi bilgi vermediğim için epey bir fırça yedim. Ama ne yapabilirdim ki şimdiki gibi cep telefonu ve interneti bırak normal telefon bile yoktu ve üstelik ayıların bile yola ve köylere indiği bir bölgede aç susuz çalışıyordum.


10 Haziran 2014 Salı

SUSUZ' DA İLK GÜN

MEHMET CENGİZ TÜMER 4475
YOLBOYU / SUSUZ / KARS
28 EYLÜL 1983 - 27 HAZİRAN 1987


Gecenin 02' sinde Yozgat Akdağmadeni yakınlarında bir dinlenme tesisinde oturmuş çayımızı bekliyoruz gözlerimiz uykulu bedenimiz yorgun. Dört günlük eşimden, annemden, kardeşlerimden, eşimin yakınlarından gözyaşlarını geride bırakarak ayrılalı 13 saat olmuş. İki valiz bir denkle saat 13.30 da Serhat Kars otobüsüne binmiş, Ankara'ya gelmeden stres ve ayrılık acısı yüzünden rahatsızlanmış, bir elma dışında bir şey yemeden babamla birlikte Kars'a doğru mecburi yolculuğumuza devam ediyoruz. Akdağmadeni batı kültürünün doğu kültürüne geçiş yaptığı nokta. Artık çayın yanında bildiğimiz kesme şekeri değil tebeşir boyutunda, kendine özgü makasla küçük parçalara ayrılmış kıtlama şekeri getiriliyor tas içinde.

Çay ve ihtiyaç molasından sonra yola devam. Eski model, inleyerek giden otobüsümüzde yoğun bir sigara dumanı yanında her türlü koku mevcut. Şoförümüzün teybinde kısık sesle Murat ÇOBANOĞLU kaseti çalıyor. Artık müzik te değişti, Kars bölgesine ait aşık kasetlerini dinliyoruz. Uyuya uyana Sivas Kızıldağ geçidini ve Sakaltutan geçidini geçiyoruz. Sabahın erken saatlerinde Erzurum'dayız. Henüz Eylül ayının sonları olmasına rağmen Erzurum'da kar ve buz var. Garajın kafeteryasında sabah kahvaltımızı yapıyoruz, bir gün öncesine göre biraz daha iyiyim. Yeni yolcularımızı da alıp yola devam ediyoruz, Horasan, Pasinler, Çobandede Köprüsü, Karakurt ( Iğdır yol ayrımı ), Sarıkamış, Selim derken akşamüzeri saatlerinde Kars'a varıyoruz. Kalenin eteğinde ufacık bir köy garajı. Valizlerimizi ve dengimizi alıp garajın hemen çıkışındaki Yılmaz Otele yerleşiyoruz. Bugün artık mesai bitiyor, Sağlık Müdürlüğündeki işlemleri yarına bırakıyoruz.. Garajın çevresini şöyle bir dolaşıp akşam yemeği için bir yer arıyoruz. Akşam yemeğini yiyip, hava kararınca doğru otele. 36 saat süren yol yorgunluğu ağır basıyor.

Sabah Sağlık Müdürlüğüne gittiğimizde bizim gibi son kura çekiminde Kars'ı çeken arkadaşlarımızla karşılaşıyoruz. Sağlık Müdürlüğü yeni atamalar nedeniyle oldukça kalabalık. Göksel Pala ile karşılaşıyorum. O da benim gibi Susuz'a bağlı bir köy  Ortalar sağlık ocağını çekmiş, Aykan ÇELİKEL de burada, O da Göle'nin bir köy sağlık ocağı. Orhan'la ( Galiba Orhan CAN'dı) karşılaşıyoruz; alı al moru mor bir şekilde. O bizden birkaç gün önce gelmiş işlemlerini yaptırmış Iğdır'ın Sıçanlı Köyü Sağlık Ocağına gitmiş. Köyde su yok, elektrik yok, sağlık ocağının lojmanı virane, köye ulaşım sadece bir traktörle sağlanıyormuş. Gittiğini ertesi günü traktörle anayola inip istifa etmek için Kars'a gelmiş. Güç bela bir çözüm bulunabileceğine ikna edip istifadan vazgeçiriyoruz. Kalabalık nedeniyle bizim de işlemlerimiz akşamüzerine sarkıyor, saat üç gibi Susuz Kaymakamlığına yazılmış içinde işe başlama yazım olan sarı zarfı alıp Sağlık müdürlüğünden ayrılıyoruz.

Eşyalarımızı otelde bırakıp otelin yakınlarında bir yerden kalkan Susuz minibüsünü buluyoruz.Ford minibüsün şoför mahalline üç kişi sığışıyoruz, vites kolu benim iki bacağımın arasında. Düz bir ova yolunda ( daha doğrusu yayla ) 28 km yolumuz var. Kars çayı üzerinde bir köprüyü geçip dik bir rampadan aşağı sallanıyoruz. Burası Mezra köyünün yakınında Arpaçay / Susuz / Göle / Kars ayrımının olduğu dört yol ağzı. Susuz'a doğru devam ediyoruz. Hafif rampalarla kavak ağaçları ile yemyeşil olan vadiye iniyoruz. İlçeye girişin sağında Kazım Karabekir Öğretmen Lisesi ( eski Cılavuz Köy Enstitüsü ) solda Petrol Ofisi, Liseyi geçince Kaymakamlık binası.
Doğru Kaymakam Beyin makamına çıkıyoruz. Kaymakam Mehmet Ali Bey bizi sıcak bir şekilde karşılıyor. Özel Kalemine benim getirdiğim sarı zarfı verip işlemleri başlatıyor. Susuz merkez sağlık ocağında doktor olmadığı ve benim Yolboyu köyü sağlık ocağı ve lojmanları da tadilatta olduğu için merkeze doktor gelene ve benim sağlık ocağımın onarımı bitene kadar Susuz merkezde çalışacağım. Kaymakam Bey bu saatten sonra Kars'a araba bulamayacağımızı söyleyip Yatılı Öğretmen Lisesinin müdürünü arıyor ve bizim için misafirhaneyi ayarlıyor, daha sonra da sağlık ocağını arayıp sağlık ocağının cipini çağırıyor. Telefonlar manyetolu, ahizeyi kaldırıyorsunuz kolu çeviriyorsunuz önce postanenin santrali bağlanıyor, santral memuruna konuşmak istediğiniz yeri söylüyorsunuz o da sizi ilgili kişiye bağlıyor. Bu arada saçaklı çayımızı da içmiş bulunuyoruz. ( süzgeç kullanmadıkları için çay saçaklı oluyor ) Sağlık ocağının şoförü ve cipi gelmiş. Şoför Müvdet'le tanışıyoruz. Sonrasında iyi dost olacağımız, ufak tefek efendi birisi. Jipe binip 2,5 km aşağıda, dere kenarında, kavak ve söğüt ağaçları altındaki sağlık ocağına varıyoruz. Şoför Müvdet'in anlattığına göre çok sert kış olan yıllarda bu yol kapanır ve tünel kazarak giderlermiş. Her taraf sakin, sessiz havada sadece karga sesleri var. Sağlık memuru Mevlüt Bey, müstahdem Ekrem, Hatice Hemşire, ismini şu an hatırlayamadığım Çanakkaleli bir hemşire hanım, tanışıp hemen bir hatıra fotoğrafı çektiriyoruz. Meslekte ilk görev yerim, ilk çalışma arkadaşlarım.

Bir çay içimi sohbet edip Müvdet'in cipiyle Öğretmen Lisesine, Müdür Hamit Beyle tanışmaya ve kalacağımız yeri görmeye gidiyoruz. Müvdet bizi müdür beyle tanıştırıp, yarın sabah eşyalarımızı otelden almak için Kars'a gitmek üzere randevulaşıp ayrılıyor. Hamit Bey, benim kişisel gelişimimi ileriki yıllarda da etkileyecek, bu okuldan ( Cılavuz Köy Enstitüsü iken ) mezun olmuş, ilerleyen yıllar içinde dönüp dolaşıp mezun olduğu okula yönetici olmuş babacan birisi. Belletmen öğretmenlerden birini çağırıyor ve bize kalacağımız yeri göstermesini rica ediyor. Akşam yemeğini de Hamit Bey'le beraber öğrencilerle birlikte okulun yemekhanesinde yiyeceğiz.

Köy Enstitüsü iken atların bağlandığı bir tavla olan daha sonra yemekhaneye çevrilmiş Ruslardan kalma uzun ve geniş taş binada, uzun tahta masalarda yemek duasının ardından hep birlikte kapuskaya kaşık sallıyoruz. Yemek sonrası Yemekhanenin hemen yanındaki taş ve ahşaptan oluşan iki katlı binaya geçiyoruz. Alt kat okulun çamaşırhanesi.         ( daha sonraki günlerde misafirhanede banyo ve tuvalet olmadığı için öğretmen arkadaşlarımızın lojmanlarındaki tuvalet banyolarda yıkanmak için burada kazanla sıcak su alacağız. ) Gıcırdayan ahşap merdivenlerde üst kata çıkıyoruz, gıcırdayan, mazotla silinmiş ahşap zemine yerleştirilmiş 5 - 6 adet okey ya da kağıt oynamak için yeşil çuhalı tahta masa ve sandalyeler, duvar kenarına dizilmiş tahta sandalyeler, yüksek ve derin pencerelerde rengi kaçmış, soğuk floresan ışığı ile de gri gözüken şal desenli perdeler, bir köşede küçük bir çay ocağı. Gerçeküstü, eski Türk filmlerinden fırlamış bir setteyim sanki. Kelimelerle anlatamayacağım duyguları halen aynı sıcaklığı ile yaşıyorum. Biz çayımızı yudumlarken şehir kulübü diyebileceğiz mekanın müdavimleri gelmeye başlıyor. Önce öğretmenler, sonra mal müdürü, Tonyalı bir savcı, hakim beyler, Eşraftan Petrol Ofisini işleten Resa Bey ( Susuz halkından sadece Resa Bey girebiliyor ), Veteriner Necdet Bey ve Kaymakam Bey. Masalar kuruluyor, taşlar dağıtılıyor, ve Susuz gecelerinin tek eğlence mekanı taş sesleri ile çınlıyor.


Saat onbire doğru herkes dağılırken biz de, bize tahsis edilen misafirhanemize gidiyoruz. Yüksek tavanlı, dar uzun , içinde iki tane tek kişilik karyola, bir masa, masanın üzerinde içinde su olan çeşmeli plastik bidon ve çeşmenin altında kirli suyu toplamaya yarayan mavi bir leğen. Günün yorgunluğu ve yaşadıklarımızın inanılmazlığı ile derin bir uykuya dalıyoruz. Öyle ki daha sonra dost olacağımız ama elim bir kaza sonucu leğende boğulan fındık faresini tıkırtılarını bile duymuyoruz.