YAYLA
SAVAŞLARI
Dönelim
biz yine köyümüze.. Aydan'la birlikte köy yaşamına ayak uydurmaya
çalışıyoruz. Ben orta okulda İngilizce derslerine girmeye devam ediyorum,
sağlık ocağında gelirse iki üç hasta onları muayene edip reçete yazıyorum. Geri
kalan zaman benim için personelimle ve öğretmen arkadaşlarla sohbetle geçiyor. Ara
ara arka komşum İsa Dayı ile birlikte arı kovanlarını kontrol ediyoruz. Artık
yaz geliyor kovanların bakımının yapılması gerekiyor, kraliçe arı ne durumda,
yeni yumurtalar var mı? Yavaş yavaş arıcılığı da öğreniyorum. Örneğin
arılarının girip çıktığı kovan deliğinin önünde durmazsan arılar sana
ilişmiyor.
Aydan
komşu kızlarla arkadaş oldu. Özellikle Fatma ile. Fatma her gün su taşıyor,
yemek yapıyor, ayran aşı yapmak için evinin önünden madımak topluyor, haftada
bir gün tandırı yakıp ekmek pişiriyor. Aydan da onunla sohbet ediyor,
arkadaşlık ediyor. Sekreterim Miraç'ın eşi Aydan'a destek oluyor. Kısacası
günler geçip gidiyor. Bakaya davamızda sonuçlanıp Ağustos celbinde askere
girmemiz kesinleşince artık gün sayıyoruz.
Haziran
sonu ya da temmuz başıydı sanırım. Yine olağan bir günün akşamında uykuya
çekilmiştik. Gecenin bir yarısı gürültülere uyandık. Bütün köy feryat figan bağrışıyor,
traktörler, kamyonetler çalışıyor, köpekler hiç susmadan havlıyor ve araya bir
iki el silah sesi karışıyor. Bir yandan gecenin karanlığında pencereden
dışarıya bakıp ne olduğunu anlamaya çalışıyorum, bir yandan da kapıya dayanacak
yaralılarla nasıl başa çıkacağımı düşünüyorum.
Bir
ihtimal aşağı mahalle ile yukarı mahalle kapıştı diye düşünüyorum. Öğrendiğim
kadarıyla bir kaç yıl önce bir husumetten dolayı yukarı mahalleden birileri
aşağı mahallede oturanların arı kovanlarına zehirli ilaç sıkmış ve arılarını
telef etmiş. Ayrıca Kars çayı boyunca her aile için bir iki dönüm su altı
verimli arazi pay edilmiş. Ama köylü aralarındaki anlaşmazlık ya da
çekememezlik nedeniyle bu verimli toprakları ekemez ve Yusueli'nden gelenlere
sezonluk kiraya verirlerdi. Yusufeli'li çalışkan insanlarda bu verimli
topraklarda bostan işler ve sezon sonunda bire yüz kazanıp giderlerdi. Tüm bu
olayları bilince aklıma gelen ilk ihtimal yine aşağı mahalle yukarı mahalle
kavgası olmuştu.
Ben
bir yandan eşimi sakinleştirip bir yandan karanlıkta ne olduğunu anlamaya
çalışırken ortalık yavaş yavaş sakinledi. Traktörlerin motor sesleri uzaklaştı.
Sağlık Ocağının kapısını da çalan olmadı. Ne olup bittiğini öğrenmeyi ertesi güne bırakıp
tekrar yataklarımıza ve uykumuza döndük.
Sabah
kahvaltıda bir iki lokma atıştırıp gece ne olup bittiğini öğrenmek için okula,
öğretmen arkadaşların yanına gidiyorum. Orta okuldaki branş öğretmenleri
dışarıdan tayinle gelenler ama ilkokul öğretmeni arkadaşlar buralı. Öğreniyorum
ki dün gece komşu Poşozaim ( Harmanlı ) köyü bizim köyün yaylasını basmış,
yayla da kalan kadın ve çocukları silahla tehdit edip koyunlarına, hayvanlarına
el koymuşlar, bunu duyan köydeki erkekler ve köyde kalan insanlar silahlanıp
yaylaya gitmişler. Çıkan çatışmada iki yaralı varmış. Jandarma olaya el koymuş,
birkaç kişiyi gözaltına almış.
İki
köy arasındaki yayla anlaşmazlığı uzun yıllardır varmış, Mahkeme
yıllardır sonuçlanmadan devam ediyormuş, 12 Eylül sonrası bir olay çıkmamış ama
işte bu yıl anlaşmazlık yine patlak vermişti, hem de iki kişinin yaralanmasıyla
sonuçlanmıştı.
15
- 20 gün sonra muhtarımız Aslan ŞAYIR sağlık ocağına uğrayıp pazar günü yaylada
barış görüşmelerinin yapılacağını ve benim de akil adam olarak heyette bulunmamı
istedi. Pazar günü Aydan'ı Fatmalara bırakıp Muhtar Aslan, her iki okulun
müdürü, yukarı caminin imamı steyşın reno'ya doluştuk. Bozuk yayla yolunda
yarım sat kadar offroad yaparak yaylaya ulaştık. Kaymakam Bey, İlçe Jandarma
komutanı, İlçe Savcısı ve hakimi, karşı köyün muhtarı ve heyeti oradaydı.
Kaymakam
Bey, Savcı ( bu bölgede en bilinen, en sayılan ve en korkulan devlet görevlisi.
Zaman zaman kaymakam Beyle yaptığımız köy gezilerinde adamlar doktor olduğumu
bilmeme rağmen - Hoş geldiniz Savcı Bey diye karşılıyorlardı ) her iki köyün
muhtarları ile konuşurken ben yaylayı geziyordum. Yayla dedikleri benim için
tam bir hayal kırıklığı idi. Ben yayla deyince hayalimde hep Heidi ile Peter'in
koşup yuvarlandığı yaylalar canlanırdı. Burası ise kayalık, el büyüklüğünde
taşlarla kaplı, doğru dürüst otun, çayırın olmadığı üç beş tane yığma taştan
barakanın olduğu geniş bir düzlük. İnsanlar bunun için mi savaşmıştı. Bir türlü
kafam basmadı.
Öğle
güneşi tepeye çıkıp ortalık iyice kızışınca heyet anlaştı sonunda. El sıkışıp
barıştılar, şikayetçi olanlar şikayetlerinden vazgeçti. Bir bardak soğuk ayran
içip steyşın reno'muza doluşup zorlu bir offroad'dan sonra köyümüze vardık. Yol
boyunca muhtar davanın bu kadar uzun sürmesinden şikayetlenip durdu. Varılan
anlaşmadan memnun kalmasa da mecburen kabul etmişti.
Neyse
ki ben Ağustos ta askerlik için ayrılana kadar bir daha yayla kavgası çıkmadı.
Ama iki köy arasında devletinde taraf olduğu bir anlaşmazlıkta akil adam olarak
köy heyetinde yerimi almıştım.