1 Temmuz 2014 Salı

YAYLA SAVAŞLARI

YAYLA SAVAŞLARI

Dönelim biz yine köyümüze.. Aydan'la birlikte köy yaşamına ayak uydurmaya çalışıyoruz. Ben orta okulda İngilizce derslerine girmeye devam ediyorum, sağlık ocağında gelirse iki üç hasta onları muayene edip reçete yazıyorum. Geri kalan zaman benim için personelimle ve öğretmen arkadaşlarla sohbetle geçiyor. Ara ara arka komşum İsa Dayı ile birlikte arı kovanlarını kontrol ediyoruz. Artık yaz geliyor kovanların bakımının yapılması gerekiyor, kraliçe arı ne durumda, yeni yumurtalar var mı? Yavaş yavaş arıcılığı da öğreniyorum. Örneğin arılarının girip çıktığı kovan deliğinin önünde durmazsan arılar sana ilişmiyor.

Aydan komşu kızlarla arkadaş oldu. Özellikle Fatma ile. Fatma her gün su taşıyor, yemek yapıyor, ayran aşı yapmak için evinin önünden madımak topluyor, haftada bir gün tandırı yakıp ekmek pişiriyor. Aydan da onunla sohbet ediyor, arkadaşlık ediyor. Sekreterim Miraç'ın eşi Aydan'a destek oluyor. Kısacası günler geçip gidiyor. Bakaya davamızda sonuçlanıp Ağustos celbinde askere girmemiz kesinleşince artık gün sayıyoruz.

Haziran sonu ya da temmuz başıydı sanırım. Yine olağan bir günün akşamında uykuya çekilmiştik. Gecenin bir yarısı gürültülere uyandık. Bütün köy feryat figan bağrışıyor, traktörler, kamyonetler çalışıyor, köpekler hiç susmadan havlıyor ve araya bir iki el silah sesi karışıyor. Bir yandan gecenin karanlığında pencereden dışarıya bakıp ne olduğunu anlamaya çalışıyorum, bir yandan da kapıya dayanacak yaralılarla nasıl başa çıkacağımı düşünüyorum.

Bir ihtimal aşağı mahalle ile yukarı mahalle kapıştı diye düşünüyorum. Öğrendiğim kadarıyla bir kaç yıl önce bir husumetten dolayı yukarı mahalleden birileri aşağı mahallede oturanların arı kovanlarına zehirli ilaç sıkmış ve arılarını telef etmiş. Ayrıca Kars çayı boyunca her aile için bir iki dönüm su altı verimli arazi pay edilmiş. Ama köylü aralarındaki anlaşmazlık ya da çekememezlik nedeniyle bu verimli toprakları ekemez ve Yusueli'nden gelenlere sezonluk kiraya verirlerdi. Yusufeli'li çalışkan insanlarda bu verimli topraklarda bostan işler ve sezon sonunda bire yüz kazanıp giderlerdi. Tüm bu olayları bilince aklıma gelen ilk ihtimal yine aşağı mahalle yukarı mahalle kavgası olmuştu.

Ben bir yandan eşimi sakinleştirip bir yandan karanlıkta ne olduğunu anlamaya çalışırken ortalık yavaş yavaş sakinledi. Traktörlerin motor sesleri uzaklaştı. Sağlık Ocağının kapısını da çalan olmadı. Ne olup bittiğini öğrenmeyi ertesi güne bırakıp tekrar yataklarımıza ve uykumuza döndük.

Sabah kahvaltıda bir iki lokma atıştırıp gece ne olup bittiğini öğrenmek için okula, öğretmen arkadaşların yanına gidiyorum. Orta okuldaki branş öğretmenleri dışarıdan tayinle gelenler ama ilkokul öğretmeni arkadaşlar buralı. Öğreniyorum ki dün gece komşu Poşozaim ( Harmanlı ) köyü bizim köyün yaylasını basmış, yayla da kalan kadın ve çocukları silahla tehdit edip koyunlarına, hayvanlarına el koymuşlar, bunu duyan köydeki erkekler ve köyde kalan insanlar silahlanıp yaylaya gitmişler. Çıkan çatışmada iki yaralı varmış. Jandarma olaya el koymuş, birkaç kişiyi gözaltına almış.
İki köy arasındaki yayla anlaşmazlığı uzun yıllardır varmış, Mahkeme yıllardır sonuçlanmadan devam ediyormuş, 12 Eylül sonrası bir olay çıkmamış ama işte bu yıl anlaşmazlık yine patlak vermişti, hem de iki kişinin yaralanmasıyla sonuçlanmıştı.

15 - 20 gün sonra muhtarımız Aslan ŞAYIR sağlık ocağına uğrayıp pazar günü yaylada barış görüşmelerinin yapılacağını ve benim de akil adam olarak heyette bulunmamı istedi. Pazar günü Aydan'ı Fatmalara bırakıp Muhtar Aslan, her iki okulun müdürü, yukarı caminin imamı steyşın reno'ya doluştuk. Bozuk yayla yolunda yarım sat kadar offroad yaparak yaylaya ulaştık. Kaymakam Bey, İlçe Jandarma komutanı, İlçe Savcısı ve hakimi, karşı köyün muhtarı ve heyeti oradaydı.

Kaymakam Bey, Savcı ( bu bölgede en bilinen, en sayılan ve en korkulan devlet görevlisi. Zaman zaman kaymakam Beyle yaptığımız köy gezilerinde adamlar doktor olduğumu bilmeme rağmen - Hoş geldiniz Savcı Bey diye karşılıyorlardı ) her iki köyün muhtarları ile konuşurken ben yaylayı geziyordum. Yayla dedikleri benim için tam bir hayal kırıklığı idi. Ben yayla deyince hayalimde hep Heidi ile Peter'in koşup yuvarlandığı yaylalar canlanırdı. Burası ise kayalık, el büyüklüğünde taşlarla kaplı, doğru dürüst otun, çayırın olmadığı üç beş tane yığma taştan barakanın olduğu geniş bir düzlük. İnsanlar bunun için mi savaşmıştı. Bir türlü kafam basmadı.

Öğle güneşi tepeye çıkıp ortalık iyice kızışınca heyet anlaştı sonunda. El sıkışıp barıştılar, şikayetçi olanlar şikayetlerinden vazgeçti. Bir bardak soğuk ayran içip steyşın reno'muza doluşup zorlu bir offroad'dan sonra köyümüze vardık. Yol boyunca muhtar davanın bu kadar uzun sürmesinden şikayetlenip durdu. Varılan anlaşmadan memnun kalmasa da mecburen kabul etmişti.

Neyse ki ben Ağustos ta askerlik için ayrılana kadar bir daha yayla kavgası çıkmadı. Ama iki köy arasında devletinde taraf olduğu bir anlaşmazlıkta akil adam olarak köy heyetinde yerimi almıştım.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder